Zakir KAYA Felsefenin tanımı
Felsefeyi gerektiren şey, hakikat usulleri ya da türeyimsel usuller tipleri şekline bürünen koşullardır. Bu tipler de, bilim (özellikle de mathem [matem-atik]) sanat (özellikle poem [şiir]) siyaset (daha doğrusu içsel siyaset ya da özgürleşme siyaseti) ve aşktır (daha doğrusu hakikati cinsel konumlar arasındaki ayrımdan çıkaran usul).
Felsefe, hakikatlerin ‘var’ının [il y a] ve bu hakikatlerin birlikte-mümkün-oluşlarının dile geldiği düşünce yeridir. Bunu yapmak için, işlemsel bir kategori —Hakikat— oluşturur ve bu kategori düşüncede aktif bir boşluk açar. Bu boşluğun yeri, bir ardışıklığın tam karşısı (argümana dayalı serimleme tarzı) ve bir sınırın ötesidir (ikna edici ya da öznelleştirici serimleme tarzı). Söylem olarak felsefe, böylece, bir bilgi kurgusu ile bir sanat kurgusunun üst üste konuşunu düzenler.
Felsefe, bu iki kurgulamanın arasındaki mesafenin ya da aralığın açtığı boşlukta, hakikatleri yakalar. Onun edimi, bu yakalayıştır. Felsefe, bu edim aracılığıyla hakikatlerin var olduğunu duyurur ve bu “var”ın düşünceyi kavramasını sağlar. Edim yoluyla gerçekleşen bu yakalayış, düşüncenin birliğine tanıklık eder.
Bilgi kurgusu olarak felsefe, mathem’i taklit eder. Sanat kurgusu olarak, poem’i [şiir] taklit eder. Bir edimin yoğunluğu olarak, nesnesiz bir aşk gibidir. Hakikatlerin varlığının yakalanışından herkes nasibini alabilsin diye herkese hitap eden felsefe, iktidar hedefi olmayan siyasi bir strateji gibidir.
Bu dört katlı söylemsel taklit yoluyla felsefe, kendi koşullarının sistemini kendi içinde birbirine düğümler. Herhangi bir felsefenin kendi döneminin üslubuyla türdeş yapıda olmasının nedeni budur. Bu daimi eş-zamandaşlık yine de ampirik zamana doğru değil, Platon’un “zamanın daimiliği” olarak adlandırdığı şeye, felsefenin ezeliyet dediği zamanın zamansız özüne yönelir. Hakikatlerin felsefi yakalanışı bu hakikatleri ezeliyete maruz bırakır; buna, Nietzsche’yle birlikte, hakikatlerin geri dönüşlerinin ezeliyeti de denebilir. Bu ezeli maruz bırakılmanın gerçekliği, hakikatler kendi zamansal güzergâhlarının en acil, en netameli ucunda yakalandığı için daha da artar.
Yakalama edimi, sanki bir ezeliyet tarafından yönlendiriliyormuş gibi, hakikatleri anlamın deli gömleğinden çekip çıkarır, onları dünyanın yasasından ayırır. Felsefe bir çıkarma edimidir; anlamda delik açar ya da hakikatler hep birlikte söylenebilsin diye anlam dolaşımında kesinti yaratır. Felsefe anlam-içermeyen bir edimdir; ama işte bu bakımdan da rasyoneldir.
Felsefe, asla bir deney (im) yorumu değildir. Hakikat’in hakikatler karşısındaki edimidir. Ve, dünyanın yasasına göre üretken-olmayan (tek bir hakikat bile üretmeyen) bu edim, ortaya nesnesiz bir özne koyar ki bu özne de yalnızca kendi yakalanışı içinden geçen hakikatlere açıktır.
Hakikatler ile anlam dolaşımı arasında bir süreklilik olduğunu varsayan her şeye “din” diyelim. Bu durumda şöyle denecektir: Her türlü yorumbilgisine, yani dinsel anlam yasasına karşı, felsefe, boşluk zemini üzerinde birlikte-mümkün (compossible) hakikatler kurar. Böylece, düşünceyi Mevcudiyet varsayımlarından tamamen çıkartır.
Felsefenin “anlam dışı” hakikatleri yakalamasını sağlayan çıkarma işlemlerinin dört kipliği vardır: Karar verilemez olan, olayla ilgilidir (hakikat yoktur, meydana gelir); ayırt edilemez olan, özgürlükle ilgilidir (hakikatin güzergâhı zapt edilmiş değildir ama tehlikelidir); türeyimsel olan, varlıkla ilgilidir (hakikatin varlığı, bilginin bütün yüklemlerinden çıkarılmış sonsuz bir kümedir); adlandırılamayan, İyilikle ilgilidir (adlandırılamayanı adlandırılmaya zorlamak felaket yaratır).
Çıkarmayla ilgili dört figürün (karar verilemez, ayırt edilemez, türeyimsel ve adlandırılamayan) bağlantı şeması, felsefi bir Hakikat doktrininin ayrıntılarını belirtmektedir. Bu şema, hakikatlerin yakalandığı zemin olan boşluk düşüncesini serimler.
Her türlü felsefi sürecin karşı kutbunda özgül bir hasım vardır: Sofist [mugalatacı]. Sofist, dışsal olarak (ya da söylemsel olarak) filozoftan ayırt edilemez, çünkü onun yaptığı işlem de bilgi kurguları ile sanat kurgularını birleştirmektedir. Öznel olarak ise bu ikisi birbirine karşıdır, çünkü sofistin dilsel stratejisi, hakikatlerle ilgili herhangi olumlu bir savda bulunmamayı amaçlar. Bu anlamda felsefe, ayırt edilemez söylemlerin yine de karşıtlık içinde olmasını sağlayan edim olarak tanımlanabilir. Hatta, kendini ikizinden ayıran şey olarak da tanımlanabilir. Felsefe bir aynanın kırılmasıdır daima. Bu ayna, dilin yüzeyidir; felsefenin kendi edimi içinde ele aldığı her şeyi sofist bu yüzeye yerleştirir. Filozof yalnızca bu yüzey üzerinde kendi kendini temaşa ettiğinde, orada, kendi ikizinin —yani sofistin— ortaya çıktığını görüp onu kendisiyle karıştırabilir. Sofistle bu ilişki, felsefeyi içsel olarak cezp edebilir ve bu cazibenin etkisiyle felsefe yine ikiye bölünür. Çünkü sofistle işini kesin olarak bitirme arzusu, hakikatleri yakalamayı engeller: “Kesin olarak” demek, Hakikatin, hakikatlerdeki rastlantıyı ortadan kaldırması ve felsefenin kendini —yersiz yere— hakikat üreticisi ilan etmesi anl***** gelir ister istemez. Bu ilan yüzünden de doğru/hakiki-oluş, Hakikat ediminin ikamesi olur çıkar.
Kutsalın vecdin ve dehşetin üçlü etkisi felsefi işlemi böyle bozar ve bu işlemi, felsefenin ediminin temelindeki aporetik boşluktan çıkarıp canice talimatlar vermeye yöneltebilir. Böylelikle felsefe, düşüncenin içine her türden felaketi sokar.
Felaketi savuşturan felsefe etiği, felsefenin sofist ikizi karşısında da sürekli bir ihtiyat halinde olmaktan ibarettir; felsefe, kendini oluşturan ilk ikilikle (sofist/filozof) başa çıkmak için (boşluk/töz çifti içinde) ikiye bölünme ayartısından bu ihtiyat sayesinde kurtulur.
Felsefenin tarihi, felsefe etiğinin tarihidir: Felsefenin felakete yol açan kendi çoğaltımından uzak durabilmesini sağlayan şiddet jestlerinin peş peşe gelişidir. Dahası: Felsefe, kendi tarihi içinde, Hakikati tözsüzleştirmekten başka bir şey değildir, ki bu da aynı zamanda felsefi edimin kendi kendini özgürleştirmesidir.
Felsefe, hakikatlerin ‘var’ının [il y a] ve bu hakikatlerin birlikte-mümkün-oluşlarının dile geldiği düşünce yeridir. Bunu yapmak için, işlemsel bir kategori —Hakikat— oluşturur ve bu kategori düşüncede aktif bir boşluk açar. Bu boşluğun yeri, bir ardışıklığın tam karşısı (argümana dayalı serimleme tarzı) ve bir sınırın ötesidir (ikna edici ya da öznelleştirici serimleme tarzı). Söylem olarak felsefe, böylece, bir bilgi kurgusu ile bir sanat kurgusunun üst üste konuşunu düzenler.
Felsefe, bu iki kurgulamanın arasındaki mesafenin ya da aralığın açtığı boşlukta, hakikatleri yakalar. Onun edimi, bu yakalayıştır. Felsefe, bu edim aracılığıyla hakikatlerin var olduğunu duyurur ve bu “var”ın düşünceyi kavramasını sağlar. Edim yoluyla gerçekleşen bu yakalayış, düşüncenin birliğine tanıklık eder.
Bilgi kurgusu olarak felsefe, mathem’i taklit eder. Sanat kurgusu olarak, poem’i [şiir] taklit eder. Bir edimin yoğunluğu olarak, nesnesiz bir aşk gibidir. Hakikatlerin varlığının yakalanışından herkes nasibini alabilsin diye herkese hitap eden felsefe, iktidar hedefi olmayan siyasi bir strateji gibidir.
Bu dört katlı söylemsel taklit yoluyla felsefe, kendi koşullarının sistemini kendi içinde birbirine düğümler. Herhangi bir felsefenin kendi döneminin üslubuyla türdeş yapıda olmasının nedeni budur. Bu daimi eş-zamandaşlık yine de ampirik zamana doğru değil, Platon’un “zamanın daimiliği” olarak adlandırdığı şeye, felsefenin ezeliyet dediği zamanın zamansız özüne yönelir. Hakikatlerin felsefi yakalanışı bu hakikatleri ezeliyete maruz bırakır; buna, Nietzsche’yle birlikte, hakikatlerin geri dönüşlerinin ezeliyeti de denebilir. Bu ezeli maruz bırakılmanın gerçekliği, hakikatler kendi zamansal güzergâhlarının en acil, en netameli ucunda yakalandığı için daha da artar.
Yakalama edimi, sanki bir ezeliyet tarafından yönlendiriliyormuş gibi, hakikatleri anlamın deli gömleğinden çekip çıkarır, onları dünyanın yasasından ayırır. Felsefe bir çıkarma edimidir; anlamda delik açar ya da hakikatler hep birlikte söylenebilsin diye anlam dolaşımında kesinti yaratır. Felsefe anlam-içermeyen bir edimdir; ama işte bu bakımdan da rasyoneldir.
Felsefe, asla bir deney (im) yorumu değildir. Hakikat’in hakikatler karşısındaki edimidir. Ve, dünyanın yasasına göre üretken-olmayan (tek bir hakikat bile üretmeyen) bu edim, ortaya nesnesiz bir özne koyar ki bu özne de yalnızca kendi yakalanışı içinden geçen hakikatlere açıktır.
Hakikatler ile anlam dolaşımı arasında bir süreklilik olduğunu varsayan her şeye “din” diyelim. Bu durumda şöyle denecektir: Her türlü yorumbilgisine, yani dinsel anlam yasasına karşı, felsefe, boşluk zemini üzerinde birlikte-mümkün (compossible) hakikatler kurar. Böylece, düşünceyi Mevcudiyet varsayımlarından tamamen çıkartır.
Felsefenin “anlam dışı” hakikatleri yakalamasını sağlayan çıkarma işlemlerinin dört kipliği vardır: Karar verilemez olan, olayla ilgilidir (hakikat yoktur, meydana gelir); ayırt edilemez olan, özgürlükle ilgilidir (hakikatin güzergâhı zapt edilmiş değildir ama tehlikelidir); türeyimsel olan, varlıkla ilgilidir (hakikatin varlığı, bilginin bütün yüklemlerinden çıkarılmış sonsuz bir kümedir); adlandırılamayan, İyilikle ilgilidir (adlandırılamayanı adlandırılmaya zorlamak felaket yaratır).
Çıkarmayla ilgili dört figürün (karar verilemez, ayırt edilemez, türeyimsel ve adlandırılamayan) bağlantı şeması, felsefi bir Hakikat doktrininin ayrıntılarını belirtmektedir. Bu şema, hakikatlerin yakalandığı zemin olan boşluk düşüncesini serimler.
Her türlü felsefi sürecin karşı kutbunda özgül bir hasım vardır: Sofist [mugalatacı]. Sofist, dışsal olarak (ya da söylemsel olarak) filozoftan ayırt edilemez, çünkü onun yaptığı işlem de bilgi kurguları ile sanat kurgularını birleştirmektedir. Öznel olarak ise bu ikisi birbirine karşıdır, çünkü sofistin dilsel stratejisi, hakikatlerle ilgili herhangi olumlu bir savda bulunmamayı amaçlar. Bu anlamda felsefe, ayırt edilemez söylemlerin yine de karşıtlık içinde olmasını sağlayan edim olarak tanımlanabilir. Hatta, kendini ikizinden ayıran şey olarak da tanımlanabilir. Felsefe bir aynanın kırılmasıdır daima. Bu ayna, dilin yüzeyidir; felsefenin kendi edimi içinde ele aldığı her şeyi sofist bu yüzeye yerleştirir. Filozof yalnızca bu yüzey üzerinde kendi kendini temaşa ettiğinde, orada, kendi ikizinin —yani sofistin— ortaya çıktığını görüp onu kendisiyle karıştırabilir. Sofistle bu ilişki, felsefeyi içsel olarak cezp edebilir ve bu cazibenin etkisiyle felsefe yine ikiye bölünür. Çünkü sofistle işini kesin olarak bitirme arzusu, hakikatleri yakalamayı engeller: “Kesin olarak” demek, Hakikatin, hakikatlerdeki rastlantıyı ortadan kaldırması ve felsefenin kendini —yersiz yere— hakikat üreticisi ilan etmesi anl***** gelir ister istemez. Bu ilan yüzünden de doğru/hakiki-oluş, Hakikat ediminin ikamesi olur çıkar.
Kutsalın vecdin ve dehşetin üçlü etkisi felsefi işlemi böyle bozar ve bu işlemi, felsefenin ediminin temelindeki aporetik boşluktan çıkarıp canice talimatlar vermeye yöneltebilir. Böylelikle felsefe, düşüncenin içine her türden felaketi sokar.
Felaketi savuşturan felsefe etiği, felsefenin sofist ikizi karşısında da sürekli bir ihtiyat halinde olmaktan ibarettir; felsefe, kendini oluşturan ilk ikilikle (sofist/filozof) başa çıkmak için (boşluk/töz çifti içinde) ikiye bölünme ayartısından bu ihtiyat sayesinde kurtulur.
Felsefenin tarihi, felsefe etiğinin tarihidir: Felsefenin felakete yol açan kendi çoğaltımından uzak durabilmesini sağlayan şiddet jestlerinin peş peşe gelişidir. Dahası: Felsefe, kendi tarihi içinde, Hakikati tözsüzleştirmekten başka bir şey değildir, ki bu da aynı zamanda felsefi edimin kendi kendini özgürleştirmesidir.
Hiç yorum yok
Nefret söylemi içeren, kişileri rencide edici yorumlar yayınlanmayacaktır. Yorumların hukuki sorumluluğu yorum sahibine aittir.