''XANİ BABA'' Ahmedê Xani'yi Tanıyalım
Ünlü Kürt edibi ve Arifi filozofu Ahmedi Xani'nin biyografisi...
Ahmed-i Hâni (Kürtçe: Ehmedê Xanî) (d. 1651 - ö. 1707), 17. yüzyılda, divân edebiyatının, Kürtçe'nin Kurmanci lehçesine uyarlanmış şekli olan "Mem û Zîn"i yazan, Hakkarili tarihçi, edebiyatçı ve mutasavvıf. Yaşadığı yörede zaman zaman şeyh olarak
kabul edilmiş, Hani Baba adıyla da anılmıştır. Doğu Bayazıt medreselerinde müderrislik ve saray katipliği yapmıştır.
Şeyh Ahmed-i Hani 1591 yılında Hakkarinin Çukurca ilçesi Han köyünde dünyaya gelmiştir. Doğduğu yere izafeten Hani lakabıyla tanınmıştır. Daha küçük yaşlarda iken bazı vasıfları ön plana çıkan Şeyh Ahmed-i Hani çevresindeki insanların dikkatini çekmiş, daha sonra sebebi bilinmeyen bir nedenle zamanın kültür ve ticaret merkezi konumunda olan Doğu Beyazıt e yerleşmişitr. Doğubeyazıt medreselerinde Müderrislik ve Saray katipliği yapmış. Muttaki, dini ilimlerde yüksek derece ilim ve fazilet sahibi hakim ve edip bir zattır.
Dini ilimler başta olmak üzere zamanın edebiyat dünyasındaki ilimlere genç yaştan itibaren vakıf olmayı başarmış ve yaşadığı dönemin kültür, edebiyat ve düşünce dünyasına damgasını vurmuştur.
O Milli değerlerden hareketle evrensel değerler dünyasını yakalamaya çalışarak bütün mahlukatın yaratıcısının ALLAH olduğunu vurgular. ALLAH'a ve O'nun elçisi Peygamberimiz Hazret-i Muhammed'e olan sevgisini her zaman dile getirir. Şeyh Ahmed-i Hani eserlerinin en önemlisi Mem u Zin'dir. Bu eserin girişinde ALLAH'a övgü, çağrı ve yakarış Peygambere övgü ve Peygamberden şefaat, ALLAH'tan af dileği gibi konulara ayırır.
Diğer bir önemli eseri de Nubar-a Bıçukan isimli manzum eseridir. Sözlük niteliğindeki bu eser sayfalarının baş kısmında eğitim, ahlak ve toplumsal olaylarla ilgili veciz ifadeler yerleştirilmişitir. Bazı medreselerde Arapçaya yeni başlayan öğrencilere ders kitabı olarak okutulmakta eğitim ve öğretim ruhu aşılamaktadır. Bunun yanında Akaid-i Molla Ahmet Siseban, Sekerat-ı Mevt adlı eserleri de bulunan Ahmed-i Hani 1652 yılında Doğubeyazıt ta vefat etmiştir.
Yörede Hani baba oalrak bilinen Şeyh Ahmed-i Hani yörede tanınan ve Türbesi saygı duyulan bir makam durumundadır.
Ahmed-i Hâni, Mem û Zîn adlı eserinde, Emir Zeyneddin'in güzellikleriyle dillere destan olan Zîn ve Sıtî adlı iki kız kardeşinin Mem ve Tacedin ismindeki iki gençle olan aşklarını şiir şeklinde anlatır. Eser, aynı adla sinemaya da uyarlanmıştır.
Eserleri
* Mem û Zîn (Aşk destanı)
* Nûbara Biçûkan (Çocuk kitabı)
* Eqîdeya Îmanê (İman'ın esasları)
* Eqîdeya Îslamê (İslam İnancı)
* Fî Beyanî Erkanî Îslam (İslam'ın Temelleri)
Ehmedê Xanî kimi için, bir evliya, kimi için büyük bir din adamı-alimi, kimine için büyük bir şair, büyük bir edebiyatçı, kimi için büyük bir bilge-feylezof, kimi için ulusal bir önder rehber ve belki bir metematikçi-fizikçi. Ama o bana göre bunların hepsi ve belkide dahada ötesi! O kürt halkının özü ruhu, ölümsüz rehberidir.
TürbesiAhmed-i Hani Türbesi, Ahmed-i Hani'ye ait türbedir. Türbenin yanında sonradan bir de cami yapılmıştır. Türbe Ağrı'da; Doğubayazıt'a
8 km mesafede, İshak Paşa Sarayının üst kısmındadır. Bölgede en çok ziyaret edilen türbedir.
Ehmede Xani’nin Eserleri
Filozof Xani, ardında birçok eser bırakmıştır. Bunlar önemli ve edebiyat tarihinde paha biçilmez bir değere sahiptir. Bilinen üç eserin dışında 74 şiiri tespitlidir.
Yazılmamış divanı da yazılacaktır. Coğrafya ve Astronomi ile ilgili Erde Xweda adlı eserinin var olduğu yaygın bir kanıdır. Bilinen eserlerinde önce Nûbahar’a Biçukan (Çocuklar için ilk meyveler-1683-), sonra Aqida İmanı (İmanın Şartları-1687-) ve 1695’te şaheseri olan Mem û Zin’i (Onlar Destan’ı) bitirmiştir. Xani’nin eserleri okunup incelendiğinde ortaya üç sonuç çıkmaktadır;
Birincisi; Xani,Kürtçenin yanı sıra Arapça, Farsça ve Türkçeye de hakim olmasına karşın,edebiyat metinlerini yalnızca Kürtçe yazmıştır.
İkincisi; bir filozof, düşünür olarak Xani, yazılarını, halkı adına düşüncelerini yaymanın bir yolu olarak kullanmıştır.
Üçünçüsü olarak da Xani, bütün yazılarında öncü, yetenekli ve yaratıcı bir şair ve yazar kimliğini birleştirmektedir. Xani’yi daha iyi anlamak için paha biçilmez değerdeki üç eseriyle ilgili özet görüşlerimizi şöyle belirtebiliriz:
NûBARA BİÇUKAN (1683)
Bu kitap, Xani’nin masum biçimde yazdığı Arapça-Kürtçe bir sözlüktür. Nubar, çeşitli şiirsel uyaklar ve ritimlerle yazılmış, 14 bölümden oluşmaktadır. Her bölüm öğrenmenin ve dürüstlüğün yararları, öğretmenlerin görevleri, sabırlı olma, mücadele, bilgiyi pratikle bütünleştirme ve daha bir çok başka konuda içten bir öğütle başlar. Nubar Kürt dil tarihindeki ilk sözlüktür. Ondan önce başka bir Kürt sözlüğü yoktur. Bu Xani’nin Kürt diline büyük bir önem verdiğinin ve bu dilin gelişmesi için uğraştığının açık bir kanıtıdır.
Xani, Kürt diline büyük bir önem vermesine rağmen, ona hizmette bir dilbilimci olarak değil bir düşünür olarak rol oynadı. O, dilin bir ulusun varlığını oluşturan en temel unsurlardan biri olduğunu savundu. Bu nedenle o, dili geliştirme görevini yurtsever bir görev olarak görüyordu. Daha sonra Mem u Zin’de Xani bu görevi kapsamlı bir şekilde gerçekleştirme imkanını buldu. Ayrıca Xani halkına yöneliyor. Nubar’la yazılarını, politik düşüncelerini yaymanın bir aracı olarak kullanmak istediği izlenimini veriyor. Xani bu eserin yazılış amacını da şöyle belirtiyor’´Bu sözlük Kürt çocukları için örülmüştür. Kürt çocukları ilmi öğrendiklerinde, okuduklarında zorluklarla karşılaşmasınlar diye çıkarttım’ der. Burdanda Xani’nin Nubar’ı yazmakla öğrencilerin çoğunlukla Arapça olan dersleri öğrenmelerine yardımcı olmak istemiştir. Genç kuşaklarına güven duyuyordu ve onların yöneticilerle toprak sahiplerinin değil halkın umudu olacaklarına inanıyordu. Savunduğu görüşlerin gerçekleşmesi için kendi kuşağını değersiz bulan Xani, bu nedenle eserini umut bağladığı çocuklara adadı. Bir de Xani, eğitim ve öğretimin ‘beyin kapısının kilitlerini açmak’, halkını derinden etkileyeceği ve onları kurtuluşa götürecek yolları aramaya teşvik edeceğinin bilincindeydi. Nubahar Kürtçe anlamlarıyla birlikte 954 Arapça sözcük içermektedir. Xani bu sözcükleri yaşamın ve bilginin çeşitli alanlarından derlemiştir.
EQİDA İMANE (1687) Eqida İmanê (İmanın Şartları)
Xani’in İslam’ın temellerinden söz ettiği, insanlara tapınmayı ve din konularını Kürt dilinde açıklamaya çalıştığı, 73 beyitten oluşan uyaklı bir dini kitaptır. Bu kitabın önemi; Kürtçe yazılmış olmasıdır. İbnül Esir, İbni Xalikan, Ebul Fida v.b. gibi birçok ünlü Kürt din adamı ve bilgini daha önceleri eserlerini Arapça yada Farsça yazmışlardı. Xani ikinci eserini 1687 tarihinde gençlere yönelik olarak yazıyor. Xani ,bu eserinde kararlı ve inançlı bir gençlik yetiştirmenin yöntemlerini belirliyor kısaca. "Birey tarihini, kültürünü, edebiyatını, doğasını ve yöresini bilmeli, doğrulara yandaş olmalı, köleliği reddetmeli ve hür iradeyi esas almalı" diyor. Xani, bu eserinde hedefe kilitlenmenin ve bunun pratiğini yapmanın yol ve yöntemlerini anlatıyor. Kısaca, gençleri eğitmek ve belli bir hedefe yönlendrmek istiyor. Yaşadığımız topraklarda tarihsel süreç içerisinde dil ve kültür yine gelenek ve göreneklere büyük ölçüde Arapça egemen kılındı. Bu yayılmacılık halkların dil, kültür ve yaşamlarını o kadar etkilediki, neredeyse yaşamın rengi soldu. İşte bu gerçeklik göz önünde bulundurulduğunda Xani’in İslam’ın temellerini Kürtçe açıklamasının ne denli cesurca bir tutum olduğu anlaşılmaktadır. Xani İslam’ın öğretilerini açıklamasının yanı sıra, Kürt dilini de geliştirdi ve onu din eğitiminde kullanılabilecek bir dile dönüştürdü. Ayrıca din konularının Kürtçe deyazılabileceği konusunda insanları ikna ederek onlara bunun günah yada kusur olmadığını gösterdi.
MEM U ZİN (1695)
Kürt dili ve sınırları dışında en çok tanınan, benimsenen bir kitaptır. Edebiyat dünyasında seçkin bir yeri vardır. Büyük bir onura sahiptir. Kürt halkının kültür, edebiyat ve düşün dünyasını dünyanın diğer halklarına tanıtan bir eserdir. Bu nedenle, E.Xani Kürtler tarafından ulusal bir şair ve düşünür olarak tanınmış, büyük bir itibar görmüştür. Dr. İzzeddin Resulü bu konuda şöyle yazmaktadır ‘ Şimdiye kadar O’nunhakkında yeterince araştırma yapılmasa da O’na duyulan ilgi, hiçbir Kürt yazarın ulaşamadığı bir boyutta yoğunlaşmıştır. Celadet Ali Bedirxan buna ‘MilletimizinKitabı ‘ diyor. Bir aşk destanı olarak çok güzeldir. Gerçekte ise bir aşk destanından çok ötedir. Ulusalcı içeriği, felsefi, tarihi, sosyal, dinsel ve sanatsal estetiğiyle bir manifesto niteliğindedir. Ayrıca destan kusursuz bir şekilde, düşünce, hayal ürünü ve öğretilerini içerecek bir çerçeveye dönüştürmüştür. Din eğitimi görenlerin, molla ve feqilerin dini ve milli düşüncelerini harmanlayıp, din ve milliyetçiliği birleştiren Ehmed-i Xani dir. O zaman Osmanlı ve İran egemenliğinden kurtulmanın ideolojisini sunmayı amaçlıyordu. M.V. BRUİNESSEN in E. Xani yi ve Mem u Zin’i Kürt yurtseverliğinin ve milliyetçiliğinin babası olarak nitelendirmesinin doğruluk derecesi vardır. Mem ü Zin eseri çok iyi incelendiğinde tüm mısralarının sayısal temelini on olarak seçiyor. Tam mısraların hece sayısı 10 dur. Destandaki kahramanların adedide ondur.(Zeydin Bey-Siti-Zin-Gurgin-Heyzebun-Bekir-Tacdin-Çeko Arif ve Mem) Xani, Mem ü Zin destanına ‘Onlar Bestesi’ diyor.’ Sanmasınlar biz suskunuz, uykudayız Onlar bestesini öğrenen, çoşup haykıranız’’ Xani, Mem u Zin Diriliş ve Onlar destanında simge kahramanları renklerle, mücevherlerle ve bakire iki güzel Siti ve Zin’de gerçekleştiriyor. Xani ye göre otoriteye adalet gereklidir. Siti adalet (hukuk), Zin ise hürriyet anlamındadır. Mem halk, Tacdin baş, irade gibi algılanırken Arif ve Çeko da halkın kurumlarıdır. Tacdin, Mem ve Arif ile Çeko da bir bedenin başı kolları ve bedenidirler. Arif daha çok danışman, divan görevi, bilgili, rehber Çeko ise güvenlik gücü, askeri güç konumundadır. Ve bunlar saray dışındadır. Dadı, Sitive Zin in eğitmendir. Heyzebun devrana göre mevcut otorite aydını, çizeridir. Beko ortalığı karıştıran, fesat, kötülük görevini yaparken, Gurgin de saray otoritesi olan Zeydin Bey in oğludur. Tacdin ve Mem yanlısıdır. Zeydin Bey saray otoritesidir. Zin ve Sitinin kardeşidir. Destanda talepkar Memo’dur, yani halk. Güç, otorite(Tacdin) karşısında zorlanan bey, Rıza ve onay vermiştir. Tüm bunları derinlemesine düşündüğümüzde ’Demokratik Hukuk Devleti’ talebinin ifadesini ilk tasarlayan Xani’dir diyoruz.
MEM-U ZİN ESERİNİN TANITIMI
Cizre Beyi, Mir Zeynuddin’in Zîn ve Sitî adlarında iki tane bacısı vardı.
Zîn, beyaz tenli, beyin can ciğeriydi. Bey onu çok severdi. Sitî ise esmer, selvi boylu biriydi. Tacdin, Beyin Divan Vezirinin oğluydu. Hikâyenin ana
kahramanı Mem ise Tacdin’in manevi kardeşi ve dostuydu. Botan bölgesinde baharın müjdecisi olan Mart ayında (21 Mart Newroz), eğlence ve bayram günlerinde çoluk – çocuk bütün Cizre halkı kırlara çıkar süslenirlerdi.
İşte böyle bir günde Mem ile Tacdin kendilerine kızlar gibi süs verip ve kıyafet değiştirerek şenliğe katılırlar. Şenlik alanına vardıklarında erkek kıyafetli iki kişiyi görürler. (onlar Sitî ile Zîn’di) Onları görür görmez ikiside yere düşüp bayıldılar. Sitî ile Zîn bayan kıyafetli iki erkeği iyice süzerek onlar sezmeden kendi yüzeklerini onların parmaklarına geçirip oradan ayrılırlar. Mem ile Tacdin ayıldıklarında kendilerinin bezgin ve sersem onduklarını görürler. Bu esnada Tacdin Mem’in parmağında, üzerinde Zîn yazılı mücevheri fark eder, Tacdin Mem’ın parmağına doğru elini uzatınca Mem de onun parmağında bulunan pana biçilmez ve üzerinde Sitî yazılmış olan yüzüğü görür.
İkiside Sîti ve Zîn’in ne yapmış olduklarını anlarlar. Sitî ile Zîn dadıları olan Heyzebun’a anlatırlar. Dadıları bir hekim kılığına girerek hasta olan Mem ve Tacdin’in yanına varıp, Sitî ve Zîn’inde onlar gibi yandığını söyler ve yüzükleri geri ister. Tacdin yüzüğü geri verir. Fakat Mem ‘bununla yaşıyorum’ diyerek yüzüğü vermez.
Mem ile Tacdin kalkıp arkadaşlarına durumu anlatırlar. Bunun üzerine Tacdin için Cizre’nin önde gelenleri Cizre Bey’inden Sitî’yi Tacdine isterlerler.
Bey, Tacdin’e Sitî’yi verir. Böylece yedi gün yedi gece düğün yapılır. Aslen Botanlı olmayıp İran’ın bir köyünden (Merguverli) olan Beko, Bey’in kapıcısıdır.
Tacdin Beko’yu hiç sevmez. Bey’e kaç sefer bu adamın kapıcılığa layık olmadığı söyler fakat bey: ‘değirmenimiz onunla dönüyor.
Köpekler de kapıcıdırlar’ der. Beko, Bey’in Zîn’i Mem’e vermemesi için ‘Efendim, Tacdin kendi tarafından Zîn’i Mem’e vermiş.’ Bunun üzerine kızan Bey,
‘and içerim ki; Zîn’i eş olarak Mem’e vermeyeceğim’ der. Bey’in ava çıktığı bir günde Mem Zîn’i görmek için bahçeye girer. Mem’i gören Zîn birden yıkılıverir yere. Bu sırada Mem onu görmez gül ve reyhanları seyrederek şöyle der:
‘Ey gul! Eger tu nazenînî, / ‘Ey gül! Gerçi sen de nazeninsin,
Kengê tu ji rengê ruyê Zîn’î / Sen nerde, Zin’in yüzünün rengi nerde?
Ey sınbıl! Eger heyî tu xweş bû, / Ey sünbül! Gerçi senin güzel kokan var,
Reyhan ji te bûyîne sîyehrû, / Reyhan senin için kara yüzlü olmuş.
Hun ne ji mîsalê zilfe yarin / Fakat siz yarimin zülfine benzemezsiniz.
Hun her du fızûl û he zekarın / İkiniz de arsız ve herzecisiniz.
Ey bılbıl! Eger tu ehlê halî / Ey bülbül! Gerçi sen de aşk adamısın,
Perwanyê şem’ê werdê alî, / Kırmızı gül mumunun pervanesisin.
Zîn’a me ji sorgula te geştir / Benim Zîn’im senin kırımızı gülünden daha şendir.
Bext’ê me ji talıê te reştir’ / Benim bahtım da senin talihinden daha karadır.’
Mem bunu söyledikten sonra Zîn’i görür ve oda orada bayılır. Ava giden Bey, avdan dönünce Mem’i bir abaya sarılmış bir şekilde bahçede görür.
Mem ‘Beyim, biliyorsunuz ben hastayım canım sıkıldı gezeyim derken sonra kendimi burda buldum’der. Bey’in yanında bulunan Tacdin abanın altında Zîn’in saçlarını görür, durumu anlayan Tacdin Bey’i ikna ederek divana doğru götürür. Daha sonra eve gidip Sitî ve çocuğunu evden çıkararak, evi ateşe verir. Böylece Mem ile Zîn’in kurtuluşu için Tacdin evini feda eder. Emsali görünmemiş bir dostluk örneğini sergiler. Beko’nun oyunlarıyla beyle satranç oynamaya ikna edilen Mem başlangıçta ilk üç oyunu alır. Beko Mem’in iyi oynadığını görünce Mem’in yönünü Zîn’e doğru çevirir. Zîn’i görüp hayallere dalan Mem, Bey’e yenilir. Sevgilisinin Zîn olduğunu öğrenen bey Mem’in zindana atar. Bir seneye yakın zindanda kalan Mem, Zîn’in hasretine dayanamayıp ölür. Mem’in cenazesinin kaldırıldığı esnada Tacdin Beko’yu görüp öldürür.
Beko’nun öldüğünü gören Zîn, bakın hakkında ne düşünüyor:
‘Ey şah û wezirê izz-û temkin! / ‘Ey izz ve temkinli şah ve vezir!
Ez hêvî dikim ne kin înadê / Rica ediyorum inatetmeyiniz,
Der heqqê vi menbeê fesadê / Bu fesat kaynağı hakkında.
Lewra ku xwedanê ins û canan / Çünkü insanlar ve cinlerin Allahın,
Wi xaliqe erd û asimanan, / Yer ve göklerin yaratıcısı,
Roja ewî hubbe da hebîban / Sevgiyi, sevgilileri verdiği gün,
Hıngê ewî buxzê da raqiban / O zaman buğzu da rakiblere verdi.
… / …
Em sorgulin, ew jibo me xare / Biz kırmızı gülüz, o bizim için dikendir
Em gencîn û ew jibo me mare / Biz hazineyiz o bizim için yılandır.
Gul hıfz-ı di bin bi nûkê xaran / Güller dikenlerin gagasıyla korunur,
Gencîne xwedan di bin bi maran / Hazinelerde yılanlarla beslenir.
… …
Ger ew ne bûya di nêv me hail / Eğer o olmasaydı aramızda engel,
Işqa me di bû betal û zail’ / Aşkımız da buzulur ve zail olurdu.’
Nasıl ki bir gülü diken, hazineyi de yılan koruyorsa, bizim de bekçimiz (köpeğimiz) Beko olacaktır. Diyen Zîn, Mem’in mezarının
başında devamlı ağlayarak şöyle der:
‘Ey vücudumun ve canımın mülkümün sahibi,
Ben bahçeyim, sen de bahçıvan
Senin bahçen sahipsizdir
Sen olamazsan onlar neye yarar
Kaşlar, gözler, zülüfler neyedir.
Zülfümü tel tel çekeyim
Sonra yarim sen beni belki değişik görürsün
En iyi hepsi yerinde kalsın
Hakk’a emanetim teslim ediyim.’
Diyerek yapıştığı Mem’in mezar taşında canını verir. Bey, Zîn’i gömmek için Mem’in mezarını açtırarak Zîn’i sarktığı esnada şöyle seslenir:
‘Memo! Al sana yar! der.
Xanî, bu aşk hikâyesini, Kürt halkı arasında oldukça yaygın olan ve sözlü gelenek yoluyla yüzyıllarca dilden, dile dolaşan ‘Memê Alan Destanı**ından esinlenerek yazmıştır. Mitolojik bir nitelik kazanan
bu destan M.Ö.’den bu yana halk arasında, daha çok ‘dengbêj’ ‘ler tarafından ve özellikle uzun kış gecelerinde ard arda uzayıp giden gecelerde manzum ve bazen de anlatıcı durup mensur (hikaye edici bir dille) a
nlatırdı. Uzun soluklu bu dengbêjleri, halk âdeta büyülenmiş bir şekilde ve kendinden geçercesine saatlerce dinler ve onu takip eden gecelerde hikâyenin
sonunu büyük bir sabırsızlık ve merakla beklerdi. Halkın ilgisini göre anlatıcısı da hikâyenin kısa veya uzunluğunu belirler. Xanî, ‘Mem û Zîn’ ‘ i XVII. Yüzyılın
sonlarında yazmıştır. O dönemde yazılmış olan bütün eserlerde Arapça ve Farsça’nın etkisi altında kalıp bu dillerden kelimeler mevcuttur. (Bu Divan Edebiyatı’nın
da bir özelliğidi.) Bunda dolayıdır ki bu Mem û Zîn’de de bu etkiyi görebilmek mümkündür. Buna rağmen bu eser, Kürt dilinin ve zengin kültürünün ispatıdır. Xanî’nin, ‘Kurmancım, kûh-î kenarî ‘ (Kürdüm, dağlıyım, kenardanım) deyişi,
sanırım birçok sorunun cevabı niteliğindedir. Bu eser, ilk olarak Ahmed Faîk tarafından (1143 hicri-1730 miladî) yılında Azeri Türkçesine çevrilmiştir.
Sırrı Dadaşbilge, 1969 yılında nesre çevirip, beyitlerini sadeleştirmiştir. 42 yaprak 83 sayfadan meydana gelmiş bu çevirinin ilk sayfası zayidir. Faîk,
Ehmedê Xanî’den 35 yıl sonra çeviri yapmıştır. İki ayrı yerden kendisinden bahsetmekte olan Faîk ayrıca gazellerin son beyitlerinde mahlaz kullanmıştır.
İkinci olarak Abdulaziz Halis Çıkıntaş 1906 yılında Türkçeye çevirmiştir. Fakat kitap bir türlü basılamaz. Arapça, Fransızca, Almanca, Rusça başta olmak üzere birçok
dile çevrisi yapılmıştır. 1968 yılında M.Emin Bozarslan tarafından Türkçeye çevirilmiştir. Leyla ile Mecnun, Romeo ve Juliyet gibi Mem û Zîn’de dünyanın ölümsüz edebi eserleri arasında yerini almıştır. Ve yine bu eserlerdeki gibi
Mem û Zîn’de de beşeri aşktan ilahî bir aşka yükseliş vardır. Bu aşk etrafında Xanî, çağın sosyal, kültürel, dini ve idari durumunu güçlü bir şekilde tasvir
etmiş, bölge (Botan bölgesi)’nın törelerini, bayramlarını (Burada Newroz bayramının yeri oldukça önemli…), bayramlarla birlikte av partilerini,
kır eğlencelerini kısacası halkın bütün yaşantı tarzlarını görebilmek mümkündür. Aşk unsurunun yanında, dağlardan (Cudi, Tura ‘Tur dağı’), sulardan
(Özellikle Dicle nehrini), ağaçlardan, hayvanlardan, kuşlardan (Bülbülün önemi büyük), bitkilerden (Bülbülle bağlantılı olarak gül’den ), renklerden,
kokulardan sık sık bahsetmekte bunları okuyucunun zihninde canlandırıp adete gözler önüne sermektedir:
MEM BI DÎCLE’RA DI BEYÎVE / MEM’IN DİCLE’YE SESLENİŞİ
‘Ey Şıbhetê eşkê min rewane! / ‘Ey benim gözyaşlarım gibi dökülen nehir!
Be Sebr û Sıkünî aşiqane / Ey âşıklar gibi sabırsız ve sükûnetsiz nehir!
Bê Sebr û Qerar û bê Sıkûnî / Sabırsız, karasız ve sükûnetsizsin,
Yan Şıbhetê min tu ji cinûnî? / Yoksa benim gibi sen de deli misin?
Qet nine jibo tera qerarek / Senin için hiçbir karar kılmak yok,
Xalıb di dilê tedaye yarek.’ / Galiba senin gönlünde de bir yar var.’
Dicle’ye seslenen Mem’in onunda kendisi gibi sabırsız ve sükünetsiz bir âşık olduğunu döktüğü gözyaşlarını da Dicle’nin suyunu benzetmesi, Dicle’yi kendisi gibi deli, aşık görmesi bunların her biri Mem’in kendi vasıflarını Dicle nehrine de yüklemesi ile, böyle bir bağlantı
kurmuştur. Dicle suyu gibi Mem’in dağa ve rüzgara karşı seslenişi;Zîn’in de muma kamlara ve pervaneye seslenişi bunların her biri bahtsız olan Mem ve Zîn’in içinde bulundukları çaresizleği anlatır.
ZÎN BI FINDÊRA DI BEYÎVE / ZÎN MUMA SESLENİYOR
‘Ey henser û hemnişîn û hemraz / ‘Ey sır ve oturma arkadaş, baş arkadaşım!
Herçendi bî sohtinê wekî min / Gerçi yanmak yönünden benim gibi sin sen,
Emma ne bî gotinê wekî min / Fakat konuşmak yönünden benim gibi değilsin.
Ger şibhetê min te jî bî gota / Eğer sen de benim gibi söyleseydin
Dê min bî xwe dil qewî ne sohta.’ / Benim de gönlüm fazla yanmazdı.’
Zîn bir sohbe
Yazılmamış divanı da yazılacaktır. Coğrafya ve Astronomi ile ilgili Erde Xweda adlı eserinin var olduğu yaygın bir kanıdır. Bilinen eserlerinde önce Nûbahar’a Biçukan (Çocuklar için ilk meyveler-1683-), sonra Aqida İmanı (İmanın Şartları-1687-) ve 1695’te şaheseri olan Mem û Zin’i (Onlar Destan’ı) bitirmiştir. Xani’nin eserleri okunup incelendiğinde ortaya üç sonuç çıkmaktadır;
Birincisi; Xani,Kürtçenin yanı sıra Arapça, Farsça ve Türkçeye de hakim olmasına karşın,edebiyat metinlerini yalnızca Kürtçe yazmıştır.
İkincisi; bir filozof, düşünür olarak Xani, yazılarını, halkı adına düşüncelerini yaymanın bir yolu olarak kullanmıştır.
Üçünçüsü olarak da Xani, bütün yazılarında öncü, yetenekli ve yaratıcı bir şair ve yazar kimliğini birleştirmektedir. Xani’yi daha iyi anlamak için paha biçilmez değerdeki üç eseriyle ilgili özet görüşlerimizi şöyle belirtebiliriz:
NûBARA BİÇUKAN (1683)
Bu kitap, Xani’nin masum biçimde yazdığı Arapça-Kürtçe bir sözlüktür. Nubar, çeşitli şiirsel uyaklar ve ritimlerle yazılmış, 14 bölümden oluşmaktadır. Her bölüm öğrenmenin ve dürüstlüğün yararları, öğretmenlerin görevleri, sabırlı olma, mücadele, bilgiyi pratikle bütünleştirme ve daha bir çok başka konuda içten bir öğütle başlar. Nubar Kürt dil tarihindeki ilk sözlüktür. Ondan önce başka bir Kürt sözlüğü yoktur. Bu Xani’nin Kürt diline büyük bir önem verdiğinin ve bu dilin gelişmesi için uğraştığının açık bir kanıtıdır.
Xani, Kürt diline büyük bir önem vermesine rağmen, ona hizmette bir dilbilimci olarak değil bir düşünür olarak rol oynadı. O, dilin bir ulusun varlığını oluşturan en temel unsurlardan biri olduğunu savundu. Bu nedenle o, dili geliştirme görevini yurtsever bir görev olarak görüyordu. Daha sonra Mem u Zin’de Xani bu görevi kapsamlı bir şekilde gerçekleştirme imkanını buldu. Ayrıca Xani halkına yöneliyor. Nubar’la yazılarını, politik düşüncelerini yaymanın bir aracı olarak kullanmak istediği izlenimini veriyor. Xani bu eserin yazılış amacını da şöyle belirtiyor’´Bu sözlük Kürt çocukları için örülmüştür. Kürt çocukları ilmi öğrendiklerinde, okuduklarında zorluklarla karşılaşmasınlar diye çıkarttım’ der. Burdanda Xani’nin Nubar’ı yazmakla öğrencilerin çoğunlukla Arapça olan dersleri öğrenmelerine yardımcı olmak istemiştir. Genç kuşaklarına güven duyuyordu ve onların yöneticilerle toprak sahiplerinin değil halkın umudu olacaklarına inanıyordu. Savunduğu görüşlerin gerçekleşmesi için kendi kuşağını değersiz bulan Xani, bu nedenle eserini umut bağladığı çocuklara adadı. Bir de Xani, eğitim ve öğretimin ‘beyin kapısının kilitlerini açmak’, halkını derinden etkileyeceği ve onları kurtuluşa götürecek yolları aramaya teşvik edeceğinin bilincindeydi. Nubahar Kürtçe anlamlarıyla birlikte 954 Arapça sözcük içermektedir. Xani bu sözcükleri yaşamın ve bilginin çeşitli alanlarından derlemiştir.
EQİDA İMANE (1687) Eqida İmanê (İmanın Şartları)
Xani’in İslam’ın temellerinden söz ettiği, insanlara tapınmayı ve din konularını Kürt dilinde açıklamaya çalıştığı, 73 beyitten oluşan uyaklı bir dini kitaptır. Bu kitabın önemi; Kürtçe yazılmış olmasıdır. İbnül Esir, İbni Xalikan, Ebul Fida v.b. gibi birçok ünlü Kürt din adamı ve bilgini daha önceleri eserlerini Arapça yada Farsça yazmışlardı. Xani ikinci eserini 1687 tarihinde gençlere yönelik olarak yazıyor. Xani ,bu eserinde kararlı ve inançlı bir gençlik yetiştirmenin yöntemlerini belirliyor kısaca. "Birey tarihini, kültürünü, edebiyatını, doğasını ve yöresini bilmeli, doğrulara yandaş olmalı, köleliği reddetmeli ve hür iradeyi esas almalı" diyor. Xani, bu eserinde hedefe kilitlenmenin ve bunun pratiğini yapmanın yol ve yöntemlerini anlatıyor. Kısaca, gençleri eğitmek ve belli bir hedefe yönlendrmek istiyor. Yaşadığımız topraklarda tarihsel süreç içerisinde dil ve kültür yine gelenek ve göreneklere büyük ölçüde Arapça egemen kılındı. Bu yayılmacılık halkların dil, kültür ve yaşamlarını o kadar etkilediki, neredeyse yaşamın rengi soldu. İşte bu gerçeklik göz önünde bulundurulduğunda Xani’in İslam’ın temellerini Kürtçe açıklamasının ne denli cesurca bir tutum olduğu anlaşılmaktadır. Xani İslam’ın öğretilerini açıklamasının yanı sıra, Kürt dilini de geliştirdi ve onu din eğitiminde kullanılabilecek bir dile dönüştürdü. Ayrıca din konularının Kürtçe deyazılabileceği konusunda insanları ikna ederek onlara bunun günah yada kusur olmadığını gösterdi.
MEM U ZİN (1695)
Kürt dili ve sınırları dışında en çok tanınan, benimsenen bir kitaptır. Edebiyat dünyasında seçkin bir yeri vardır. Büyük bir onura sahiptir. Kürt halkının kültür, edebiyat ve düşün dünyasını dünyanın diğer halklarına tanıtan bir eserdir. Bu nedenle, E.Xani Kürtler tarafından ulusal bir şair ve düşünür olarak tanınmış, büyük bir itibar görmüştür. Dr. İzzeddin Resulü bu konuda şöyle yazmaktadır ‘ Şimdiye kadar O’nunhakkında yeterince araştırma yapılmasa da O’na duyulan ilgi, hiçbir Kürt yazarın ulaşamadığı bir boyutta yoğunlaşmıştır. Celadet Ali Bedirxan buna ‘MilletimizinKitabı ‘ diyor. Bir aşk destanı olarak çok güzeldir. Gerçekte ise bir aşk destanından çok ötedir. Ulusalcı içeriği, felsefi, tarihi, sosyal, dinsel ve sanatsal estetiğiyle bir manifesto niteliğindedir. Ayrıca destan kusursuz bir şekilde, düşünce, hayal ürünü ve öğretilerini içerecek bir çerçeveye dönüştürmüştür. Din eğitimi görenlerin, molla ve feqilerin dini ve milli düşüncelerini harmanlayıp, din ve milliyetçiliği birleştiren Ehmed-i Xani dir. O zaman Osmanlı ve İran egemenliğinden kurtulmanın ideolojisini sunmayı amaçlıyordu. M.V. BRUİNESSEN in E. Xani yi ve Mem u Zin’i Kürt yurtseverliğinin ve milliyetçiliğinin babası olarak nitelendirmesinin doğruluk derecesi vardır. Mem ü Zin eseri çok iyi incelendiğinde tüm mısralarının sayısal temelini on olarak seçiyor. Tam mısraların hece sayısı 10 dur. Destandaki kahramanların adedide ondur.(Zeydin Bey-Siti-Zin-Gurgin-Heyzebun-Bekir-Tacdin-Çeko Arif ve Mem) Xani, Mem ü Zin destanına ‘Onlar Bestesi’ diyor.’ Sanmasınlar biz suskunuz, uykudayız Onlar bestesini öğrenen, çoşup haykıranız’’ Xani, Mem u Zin Diriliş ve Onlar destanında simge kahramanları renklerle, mücevherlerle ve bakire iki güzel Siti ve Zin’de gerçekleştiriyor. Xani ye göre otoriteye adalet gereklidir. Siti adalet (hukuk), Zin ise hürriyet anlamındadır. Mem halk, Tacdin baş, irade gibi algılanırken Arif ve Çeko da halkın kurumlarıdır. Tacdin, Mem ve Arif ile Çeko da bir bedenin başı kolları ve bedenidirler. Arif daha çok danışman, divan görevi, bilgili, rehber Çeko ise güvenlik gücü, askeri güç konumundadır. Ve bunlar saray dışındadır. Dadı, Sitive Zin in eğitmendir. Heyzebun devrana göre mevcut otorite aydını, çizeridir. Beko ortalığı karıştıran, fesat, kötülük görevini yaparken, Gurgin de saray otoritesi olan Zeydin Bey in oğludur. Tacdin ve Mem yanlısıdır. Zeydin Bey saray otoritesidir. Zin ve Sitinin kardeşidir. Destanda talepkar Memo’dur, yani halk. Güç, otorite(Tacdin) karşısında zorlanan bey, Rıza ve onay vermiştir. Tüm bunları derinlemesine düşündüğümüzde ’Demokratik Hukuk Devleti’ talebinin ifadesini ilk tasarlayan Xani’dir diyoruz.
MEM-U ZİN ESERİNİN TANITIMI
Cizre Beyi, Mir Zeynuddin’in Zîn ve Sitî adlarında iki tane bacısı vardı.
Zîn, beyaz tenli, beyin can ciğeriydi. Bey onu çok severdi. Sitî ise esmer, selvi boylu biriydi. Tacdin, Beyin Divan Vezirinin oğluydu. Hikâyenin ana
kahramanı Mem ise Tacdin’in manevi kardeşi ve dostuydu. Botan bölgesinde baharın müjdecisi olan Mart ayında (21 Mart Newroz), eğlence ve bayram günlerinde çoluk – çocuk bütün Cizre halkı kırlara çıkar süslenirlerdi.
İşte böyle bir günde Mem ile Tacdin kendilerine kızlar gibi süs verip ve kıyafet değiştirerek şenliğe katılırlar. Şenlik alanına vardıklarında erkek kıyafetli iki kişiyi görürler. (onlar Sitî ile Zîn’di) Onları görür görmez ikiside yere düşüp bayıldılar. Sitî ile Zîn bayan kıyafetli iki erkeği iyice süzerek onlar sezmeden kendi yüzeklerini onların parmaklarına geçirip oradan ayrılırlar. Mem ile Tacdin ayıldıklarında kendilerinin bezgin ve sersem onduklarını görürler. Bu esnada Tacdin Mem’in parmağında, üzerinde Zîn yazılı mücevheri fark eder, Tacdin Mem’ın parmağına doğru elini uzatınca Mem de onun parmağında bulunan pana biçilmez ve üzerinde Sitî yazılmış olan yüzüğü görür.
İkiside Sîti ve Zîn’in ne yapmış olduklarını anlarlar. Sitî ile Zîn dadıları olan Heyzebun’a anlatırlar. Dadıları bir hekim kılığına girerek hasta olan Mem ve Tacdin’in yanına varıp, Sitî ve Zîn’inde onlar gibi yandığını söyler ve yüzükleri geri ister. Tacdin yüzüğü geri verir. Fakat Mem ‘bununla yaşıyorum’ diyerek yüzüğü vermez.
Mem ile Tacdin kalkıp arkadaşlarına durumu anlatırlar. Bunun üzerine Tacdin için Cizre’nin önde gelenleri Cizre Bey’inden Sitî’yi Tacdine isterlerler.
Bey, Tacdin’e Sitî’yi verir. Böylece yedi gün yedi gece düğün yapılır. Aslen Botanlı olmayıp İran’ın bir köyünden (Merguverli) olan Beko, Bey’in kapıcısıdır.
Tacdin Beko’yu hiç sevmez. Bey’e kaç sefer bu adamın kapıcılığa layık olmadığı söyler fakat bey: ‘değirmenimiz onunla dönüyor.
Köpekler de kapıcıdırlar’ der. Beko, Bey’in Zîn’i Mem’e vermemesi için ‘Efendim, Tacdin kendi tarafından Zîn’i Mem’e vermiş.’ Bunun üzerine kızan Bey,
‘and içerim ki; Zîn’i eş olarak Mem’e vermeyeceğim’ der. Bey’in ava çıktığı bir günde Mem Zîn’i görmek için bahçeye girer. Mem’i gören Zîn birden yıkılıverir yere. Bu sırada Mem onu görmez gül ve reyhanları seyrederek şöyle der:
‘Ey gul! Eger tu nazenînî, / ‘Ey gül! Gerçi sen de nazeninsin,
Kengê tu ji rengê ruyê Zîn’î / Sen nerde, Zin’in yüzünün rengi nerde?
Ey sınbıl! Eger heyî tu xweş bû, / Ey sünbül! Gerçi senin güzel kokan var,
Reyhan ji te bûyîne sîyehrû, / Reyhan senin için kara yüzlü olmuş.
Hun ne ji mîsalê zilfe yarin / Fakat siz yarimin zülfine benzemezsiniz.
Hun her du fızûl û he zekarın / İkiniz de arsız ve herzecisiniz.
Ey bılbıl! Eger tu ehlê halî / Ey bülbül! Gerçi sen de aşk adamısın,
Perwanyê şem’ê werdê alî, / Kırmızı gül mumunun pervanesisin.
Zîn’a me ji sorgula te geştir / Benim Zîn’im senin kırımızı gülünden daha şendir.
Bext’ê me ji talıê te reştir’ / Benim bahtım da senin talihinden daha karadır.’
Mem bunu söyledikten sonra Zîn’i görür ve oda orada bayılır. Ava giden Bey, avdan dönünce Mem’i bir abaya sarılmış bir şekilde bahçede görür.
Mem ‘Beyim, biliyorsunuz ben hastayım canım sıkıldı gezeyim derken sonra kendimi burda buldum’der. Bey’in yanında bulunan Tacdin abanın altında Zîn’in saçlarını görür, durumu anlayan Tacdin Bey’i ikna ederek divana doğru götürür. Daha sonra eve gidip Sitî ve çocuğunu evden çıkararak, evi ateşe verir. Böylece Mem ile Zîn’in kurtuluşu için Tacdin evini feda eder. Emsali görünmemiş bir dostluk örneğini sergiler. Beko’nun oyunlarıyla beyle satranç oynamaya ikna edilen Mem başlangıçta ilk üç oyunu alır. Beko Mem’in iyi oynadığını görünce Mem’in yönünü Zîn’e doğru çevirir. Zîn’i görüp hayallere dalan Mem, Bey’e yenilir. Sevgilisinin Zîn olduğunu öğrenen bey Mem’in zindana atar. Bir seneye yakın zindanda kalan Mem, Zîn’in hasretine dayanamayıp ölür. Mem’in cenazesinin kaldırıldığı esnada Tacdin Beko’yu görüp öldürür.
Beko’nun öldüğünü gören Zîn, bakın hakkında ne düşünüyor:
‘Ey şah û wezirê izz-û temkin! / ‘Ey izz ve temkinli şah ve vezir!
Ez hêvî dikim ne kin înadê / Rica ediyorum inatetmeyiniz,
Der heqqê vi menbeê fesadê / Bu fesat kaynağı hakkında.
Lewra ku xwedanê ins û canan / Çünkü insanlar ve cinlerin Allahın,
Wi xaliqe erd û asimanan, / Yer ve göklerin yaratıcısı,
Roja ewî hubbe da hebîban / Sevgiyi, sevgilileri verdiği gün,
Hıngê ewî buxzê da raqiban / O zaman buğzu da rakiblere verdi.
… / …
Em sorgulin, ew jibo me xare / Biz kırmızı gülüz, o bizim için dikendir
Em gencîn û ew jibo me mare / Biz hazineyiz o bizim için yılandır.
Gul hıfz-ı di bin bi nûkê xaran / Güller dikenlerin gagasıyla korunur,
Gencîne xwedan di bin bi maran / Hazinelerde yılanlarla beslenir.
… …
Ger ew ne bûya di nêv me hail / Eğer o olmasaydı aramızda engel,
Işqa me di bû betal û zail’ / Aşkımız da buzulur ve zail olurdu.’
Nasıl ki bir gülü diken, hazineyi de yılan koruyorsa, bizim de bekçimiz (köpeğimiz) Beko olacaktır. Diyen Zîn, Mem’in mezarının
başında devamlı ağlayarak şöyle der:
‘Ey vücudumun ve canımın mülkümün sahibi,
Ben bahçeyim, sen de bahçıvan
Senin bahçen sahipsizdir
Sen olamazsan onlar neye yarar
Kaşlar, gözler, zülüfler neyedir.
Zülfümü tel tel çekeyim
Sonra yarim sen beni belki değişik görürsün
En iyi hepsi yerinde kalsın
Hakk’a emanetim teslim ediyim.’
Diyerek yapıştığı Mem’in mezar taşında canını verir. Bey, Zîn’i gömmek için Mem’in mezarını açtırarak Zîn’i sarktığı esnada şöyle seslenir:
‘Memo! Al sana yar! der.
Xanî, bu aşk hikâyesini, Kürt halkı arasında oldukça yaygın olan ve sözlü gelenek yoluyla yüzyıllarca dilden, dile dolaşan ‘Memê Alan Destanı**ından esinlenerek yazmıştır. Mitolojik bir nitelik kazanan
bu destan M.Ö.’den bu yana halk arasında, daha çok ‘dengbêj’ ‘ler tarafından ve özellikle uzun kış gecelerinde ard arda uzayıp giden gecelerde manzum ve bazen de anlatıcı durup mensur (hikaye edici bir dille) a
nlatırdı. Uzun soluklu bu dengbêjleri, halk âdeta büyülenmiş bir şekilde ve kendinden geçercesine saatlerce dinler ve onu takip eden gecelerde hikâyenin
sonunu büyük bir sabırsızlık ve merakla beklerdi. Halkın ilgisini göre anlatıcısı da hikâyenin kısa veya uzunluğunu belirler. Xanî, ‘Mem û Zîn’ ‘ i XVII. Yüzyılın
sonlarında yazmıştır. O dönemde yazılmış olan bütün eserlerde Arapça ve Farsça’nın etkisi altında kalıp bu dillerden kelimeler mevcuttur. (Bu Divan Edebiyatı’nın
da bir özelliğidi.) Bunda dolayıdır ki bu Mem û Zîn’de de bu etkiyi görebilmek mümkündür. Buna rağmen bu eser, Kürt dilinin ve zengin kültürünün ispatıdır. Xanî’nin, ‘Kurmancım, kûh-î kenarî ‘ (Kürdüm, dağlıyım, kenardanım) deyişi,
sanırım birçok sorunun cevabı niteliğindedir. Bu eser, ilk olarak Ahmed Faîk tarafından (1143 hicri-1730 miladî) yılında Azeri Türkçesine çevrilmiştir.
Sırrı Dadaşbilge, 1969 yılında nesre çevirip, beyitlerini sadeleştirmiştir. 42 yaprak 83 sayfadan meydana gelmiş bu çevirinin ilk sayfası zayidir. Faîk,
Ehmedê Xanî’den 35 yıl sonra çeviri yapmıştır. İki ayrı yerden kendisinden bahsetmekte olan Faîk ayrıca gazellerin son beyitlerinde mahlaz kullanmıştır.
İkinci olarak Abdulaziz Halis Çıkıntaş 1906 yılında Türkçeye çevirmiştir. Fakat kitap bir türlü basılamaz. Arapça, Fransızca, Almanca, Rusça başta olmak üzere birçok
dile çevrisi yapılmıştır. 1968 yılında M.Emin Bozarslan tarafından Türkçeye çevirilmiştir. Leyla ile Mecnun, Romeo ve Juliyet gibi Mem û Zîn’de dünyanın ölümsüz edebi eserleri arasında yerini almıştır. Ve yine bu eserlerdeki gibi
Mem û Zîn’de de beşeri aşktan ilahî bir aşka yükseliş vardır. Bu aşk etrafında Xanî, çağın sosyal, kültürel, dini ve idari durumunu güçlü bir şekilde tasvir
etmiş, bölge (Botan bölgesi)’nın törelerini, bayramlarını (Burada Newroz bayramının yeri oldukça önemli…), bayramlarla birlikte av partilerini,
kır eğlencelerini kısacası halkın bütün yaşantı tarzlarını görebilmek mümkündür. Aşk unsurunun yanında, dağlardan (Cudi, Tura ‘Tur dağı’), sulardan
(Özellikle Dicle nehrini), ağaçlardan, hayvanlardan, kuşlardan (Bülbülün önemi büyük), bitkilerden (Bülbülle bağlantılı olarak gül’den ), renklerden,
kokulardan sık sık bahsetmekte bunları okuyucunun zihninde canlandırıp adete gözler önüne sermektedir:
MEM BI DÎCLE’RA DI BEYÎVE / MEM’IN DİCLE’YE SESLENİŞİ
‘Ey Şıbhetê eşkê min rewane! / ‘Ey benim gözyaşlarım gibi dökülen nehir!
Be Sebr û Sıkünî aşiqane / Ey âşıklar gibi sabırsız ve sükûnetsiz nehir!
Bê Sebr û Qerar û bê Sıkûnî / Sabırsız, karasız ve sükûnetsizsin,
Yan Şıbhetê min tu ji cinûnî? / Yoksa benim gibi sen de deli misin?
Qet nine jibo tera qerarek / Senin için hiçbir karar kılmak yok,
Xalıb di dilê tedaye yarek.’ / Galiba senin gönlünde de bir yar var.’
Dicle’ye seslenen Mem’in onunda kendisi gibi sabırsız ve sükünetsiz bir âşık olduğunu döktüğü gözyaşlarını da Dicle’nin suyunu benzetmesi, Dicle’yi kendisi gibi deli, aşık görmesi bunların her biri Mem’in kendi vasıflarını Dicle nehrine de yüklemesi ile, böyle bir bağlantı
kurmuştur. Dicle suyu gibi Mem’in dağa ve rüzgara karşı seslenişi;Zîn’in de muma kamlara ve pervaneye seslenişi bunların her biri bahtsız olan Mem ve Zîn’in içinde bulundukları çaresizleği anlatır.
ZÎN BI FINDÊRA DI BEYÎVE / ZÎN MUMA SESLENİYOR
‘Ey henser û hemnişîn û hemraz / ‘Ey sır ve oturma arkadaş, baş arkadaşım!
Herçendi bî sohtinê wekî min / Gerçi yanmak yönünden benim gibi sin sen,
Emma ne bî gotinê wekî min / Fakat konuşmak yönünden benim gibi değilsin.
Ger şibhetê min te jî bî gota / Eğer sen de benim gibi söyleseydin
Dê min bî xwe dil qewî ne sohta.’ / Benim de gönlüm fazla yanmazdı.’
Zîn bir sohbe
DERLEYEN:... ZAKİR KAYA..
Hiç yorum yok
Nefret söylemi içeren, kişileri rencide edici yorumlar yayınlanmayacaktır. Yorumların hukuki sorumluluğu yorum sahibine aittir.